İnsanoğlunun hayatta tek sevmediği ve kendisine yakıştıramadığı gerçek ölüm gerçeğidir. Oysaki ölüm hayatın en hakiki ve hiç kimsenin bundan kurtulamayacağı tek gerçektir. Buna rağmen ömrümüzü hoyratça harcıyoruz ve bu hayatı ne için yaşadığımızı, neler yapmamız veya yapmamamız gerektiğinin idrakinde bile değiliz. Bir yakınımızı kaybettiğimizde o an aklımıza düşüyor fakat fazla değil bir kaç saat sonra unutulup gidiyor. Çok dedikodu yapıyor, gıybetin dibine dibine vuruyor, gereksiz ve ağzımıza yakışmayan ve adına “sohbet” dediğimiz ortamlardan zevk aldığımız dönemi yaşıyoruz. Hayatımızda kul hakkı denen bir mefhum kalmadı. Bencillik ve enaniyet tavan yapmış durumda. Haksızlık, adaletsizlik, sevgisizlik almış başını gidiyor. Üç kuruşluk menfaat için insanlar katlediliyor, küçücük bedenlerin ırzına geçiliyor. Gündelik hayatımızda her gün yaptığımız ticaretin hesabını yapıyor, maaş alıyorsak aylık harcama ve ay sonuna kadar ki alışveriş stratejisini en iyi şekilde yapıyoruz ama öldükten sonraki hayatımızla ilgili en ufak bir hesap yapmıyoruz. Koca ömrü farkında olmadan hızla akıp bitiyor. Bir ömür çalışıyoruz da neyimiz var Allah aşkına. Bir evimiz, bir arabamız mı? Hadi iki olsun. Koca bir ömür çalışıyoruz oysa. Allah’ın adaleti ve ikramı öyle mi? Bir yetimin başını okşasanız köşkler vaat ediyor Allah. Onun için üç günlük dünya menfaati için çok da gerilmenin anlamı yok. Çalışmayalım, uğraşmayalım demiyorum. Elbette ki iyi çalışmamız, yaptığımızın en iyisini yapmamız gerek. Ama bunu yaparken de insanlıktan çıkmamak gerek. Ve hayatı sadece maddi olarak görmemek lazım. Hayatı sadece maddi görenlerden zekat beklemek, ticaret ahlakı beklemek, bir yetime merhamet beklemek, komşusunun derdiyle dertlenmeyi beklemek zorlaşıyor. Bu hastalığa her geçen gün daha da fazla tutuluyoruz. İyi bir evlat yetiştirmeyi, iyi bir meslek sahibi olmayla sanıyoruz. Balığı baştan kokutuyoruz şimdilerde. Evlenecek erkeklerimiz/kızlarımıza karakteri düzgün iyi bir insan mı namaz sorusu yerine, kızımız veya oğlumuz ne iş yapıyor, evi arabası var mı sorununu soruyoruz artık. Nasıl geldik bu günlere ya da nasıl döneriz o günlere? Bugün ne okumalıyım? Sorusu yerine bugün ne yiyeceğiz sorusu hep gündemde. Biz yemeği sadece hayatta kalabilmek için yiyen, asıl azığı ahirete biriktiren bir medeniyetten, yediğini sosyal medyadan paylaşan günlere nasıl geldik? Hepimiz muhakkak eskilerden bahseder, o günlerin samimiyetini, masumiyetini, temizliğini, saflığını anarız her daim. Yokluğun, imkanın ve iletişimin olmadığı yılları ne için arar ve neden özleriz ki? Bunu hiç düşündük mü? Değişen sadece gelişen teknoloji değil, bizlerde değişiyoruz. İletişimimizi, yemeklerimizi, duygularımızı yüzümüze bakarak değil uzaktan paylaşıyoruz artık. Her alanda Milli Seferberlikten bahsettiğimiz bu günlerde ev yaşantımızdan iş yaşantımıza manevi bir seferberliğe de ihtiyacımız var. Manevi gelişme olmadan ekonomik büyüme olsa ne işe yarar? Ömür geçiyor beyler.